Mehmet’s Life – Turkish Translation

MEHMET TUNALI’NIN YAŞAM SERÜVENİ, İstanbul’un her daim kalabalık, labirent gibi sokaklarında başladı. 1955 yılında bir Boğaz semti olan Sarıyer’de doğdu. Çocukluğunu İstanbul’un farklı semtlerinde geçiren Tunalı bu sayede, meraklı yapısının da katkısıyla keşif duygusunu geliştirme olanağını buldu. Tunalı, genç yaşından beri hep uğraş sahibi ve yaratıcı bir kişiydi. Babasının restoranında çalışmanın yanı sıra, ayakkabı boyacılığı ve gazete satana dek sokaklarda su ve limon sattı. Mehmet gazete satma işini çok ciddiye almış ve hatta bu sayede gazetecilerin dünyasından etkilenmeye başlamıştı. Bu durum gelecekte onun geçim kaynağı olacak olan ressamlık yeteneğinin ortaya çıkmasını sağladı.

Daha okula bile başlamadan yaratıcılığını kağıda yansıtmaktan büyük zevk alan Mehmet, okulun ilk yılında Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili bir çizimindeki başarısını öğretmeninin keşfetmesine kadar bu müthiş yeteneğinin farkına varmadı. Yazdığı bir hikaye ile de takdir aldı. O günlerden bu yana durmaksızın çizen, yazan Mehmet Tunalı’nın sanatı, doğuştan gelen yeteneğine ve kağıda yansıttığı enerji dolu iç aydınlığına dayanır.

Sunu ve Pazarlama yeteneği, merakı, dürüstlüğü ve cana yakın kişiliğiyle Tunalı 1960’larda İstanbul’daki pek çok kişinin arasında bir karikatürist, Faruk Bey de vardı. Her gün İstiklal Caddesi’nde AğaCami’nin köşesinde bugün bir saatçi olan dükkanın önünde, şövalesini ve müşterilerini oturttuğu iskemlesini kurup, cüzi bir paraya sanatını icra etmekteydi. Faruk, genç Mehmet’in gayretini ve araştırmacı kişiliğini sevmiş olmalı ki ona karikatür sanatının tüm bildiği teknikleri öğretti. 12 yaşındaki öğrencisi Mehmet, Faruk Bey’in ansızın ölümü üzerine onun İstiklal’deki yerini aldı. Girişimci Mehmet, tanesi 2 Alman Markına sattığı karikatürlerin diğer yaptığı bütün işlerden daha fazla para kazandırdığını fark etti ve bu durum, onun bütün enerjisini çizime vermesine nedenoldu.

Birkaç yıl içinde Tunalı en büyük hayali olan Avrupa turuna çıkmak için yeterli parayı biriktirmişti. 14 yaşında çıktığı seyahatte Mehmet ilk kez karikatür kitapları ile Almanya’da karşılaştı. Uzun yıllar, 70’lerde ve 80’lerin başında pek çok kez Türkiye’den Almanya’ya gelip gitti. Bu sırada tecrübeyle geliştirdiği karikatüristliği bu seyahatleri finanse etti. Tunalı’nın karikatürleri bu dönem boyunca Avrupa’da ve Türkiye’de çeşitli ortamlarda, Oğuz Aral’ın GIRGIRInda da yayınlandı. Bu gelgitlerin nihayetinde Tunalı, Amsterdam’da yerleşmiş, burada evlendi ve oğlu Tan dünyaya geldi. Bu arada, nükleer bir tahribat konulu bir bilim-kurgu karikatür kitabı, AMSTERDAM SUALTINDA ( AMSTERDAM UNDERWATER) ticari bir başarıya ulaştı.

Bu dönemlerde yani 80’li yılların ortalarında, Tunalı’nın ilgi alanı gitgide güzel sanatlara doğru kaymaya başladı. Pek çok olay bu değişimde etkili oldu. Karikatür endüstrisi, bilgisayar ile oluşturulan grafiklere dönüştükçe Tunalı, grafik teknisyenleri ile yarışamaz hale geldi. Bu durum Mehmet’in Hollanda vatandaşlığına geçtiği dönemde daha da belirginleşti. Hollanda’daki yasal durumu düzene girdikten sonra, sessiz ve içedönük hali sonaerdi. Şans eseri ressam, şair, besteci ve film yapımcısı olan Mustafa Şener ile tanıştı ve aralarında çok hızlı gelişen bir dostluk oluştu. Yeniden canlanan özgürlüğü ve kendine güveni Tunalı’ya, yeni arkadaşı ve akıl hocası ile olan çalışmalarında yönverdi.

Şener’in düşünce yapısı ve özenle verdiği eğitim Tunalı’ya güzel sanatlara coşkulu bir giriş yaptırdı, karikatür dünyasının iş boyutundan elini-ayağını çekmesini sağladı ve Tunalı daha önce hiç denemediği yağlı boya ile tanıştı. Yağlı boyanın, ışığı yakalayıp dağıtmadaki özelliği Mehmet’i büyülemekteydi. Kısa zamanda renkleri karıştırmada ve bu renkleri tuvale yansıtmada daha bir farklı boyuta erişti. Farklı üsluplarda, farklı objelerle çizimler yaptı. Işıkla ve derinlikle oynayarak, karikatürde olmayan güzel sanatların karmaşıklığını daha yakından tanımak için denemeler yaptı. Bu dönemlerinde soyut resimler, mimari canlandırmalar, doğadan görüntüler, somut resimler ve porteler yükselişteydi.

Mehmet’in değişimi 90’ların ortalarında onu, Amsterdamlı artistler ile işbirliğine yönlendirdi ve eski tahıl deposu GraanSilo, -şehrin merkezi ile kuzey sınırı arasındaki su yolu üzerinde olan terk edilmiş bir bina- 1989’da bir sanatçı grubu tarafından yaratıcı ve serbest olabilecekleri bir mekana sahip olmak amacıyla işgal edilmişti. Mekan, David Carr-Smith’in AMSTERDAM’IN DOĞAÇLAMA MİMARİSİ ( IMPROVISED ARCHITECTURE IN AMSTERDAM ) kitabında “ Gözünü dikmiş bakan can-ciğer dosttan ve törelerden uzak, hayallerin yaratılıp gerçeğe dönüşmesini sağlayan harikalar diyarı. “ şeklinde tanımlanmaktadır. Tunalı, bir grup silo sanatçısıyla derin bir bağ kurdu. İnce ve uzun bir çatı katında olan studyosu, tavanı şehrin ve limanın manzarasını yansıtan bir camekandan oluşmaktaydı.

Mehmet Tunalı’nın hayat serüveninin bu kısmı kişisel bir Rönesans olarak adlandırılabilir. Eski silo mimarisinden derince etkilenip, bir düzine eserini yapının iç ve dış mimarisini yansıtacak bir şekilde tasarlamış, aynı zamanda manzarayı ve çatısındaki camekanlardan süzülen ve her daim değişen ışığı da renklerinde başarıyla kullanmıştır.

Yağlıboya sanatında belli bir olgunluğa erişmiş ve melankoli ile uyarılmış hırslı, dinamik, coşkulu ruhunu kendine özgü bir tarzda bulmuştur. Mehmet genelde tuvaline astar çektirmiş ve estetik değerlere sahip, dengeli, ifade gücü güçlü eserler yaratmak adına, farklı teknikler ve gerçekötesi renk kombinasyonları kullanmıştır. Hayatının bu yıllarında çok verimli olmuş ve yüzlerce eser üretmiştir. Silo yapısında bulduğu derinliğin yanı sıra, Tunalı ayrıca Amsterdam’ın sokakları, evleri, kanalları ve köprülerinden de esinlenmiştir. Sonradan sahiplendiği şehrini büyük bir zevkle boyamış, eserlerinde kendi hayatından ve arkadaşlarının hayatlarından karelere yer vermiş, dünya turunda seyahat ettiği bazı mekanları tuvaline aktarmış ve en çok da Türkiye ile ilgili resimler yapmıştır. Mehmet yaratıcılık tutkusunu bir an olsun bırakmadan kariyeri boyunca özellikle parlak sulu boya tonları ile resim yapmayı sürdürmüştür.

Anayurduna olan hasret ve Hollanda toplumu, sonunda Tunalı’yı yormaya başlamıştı. İstanbul’un coşkusu ile yeniden yüzleşmek, Anadolu’da önceden hiç görmediği mekanları görmek ve Türkiye’nin güzelliklerini oğluna tanıtmak için yola koyuldu. Zamanla ana vatanını çok daha sık ziyaret etmeye ve burada daha fazla vakit geçirmeye başladı. Özellikle yaz aylarını Türkiye’nin Akdeniz kıyısında bulunan Fethiye ve Antalya arasındaki küçük koylar ve plajlarda yüzerek, doğa yürüyüşleri yaparak geçirmekten büyük zevk almaktaydı. İlgisini en çok, Ölüdeniz ve Olimpos plajları yakınında bulunan, Kemer’in güneyinde yer alan Kelebek Vadisi çekmekteydi. Ayrıca bu bölge onun pek çok eserine de esin kaynağı olmuştur. Amsterdam’da eserlerini sergilemeye başlamış ve birçok başarılı sergiye imza atmıştır. Bu arada etnik kökeninin ve teknik eğitim eksikliğinin, onda sanatına dair bir önyargı oluşturduğunu da fark etmiştir.

2000 yılında Tunalı Türkiye’ye geri dönmeye karar vermiş ve yavaş yavaş koşullarını bu duruma uydurmaya başlamıştı. Nihayetinde çok sevdiği İstanbul’u eserlerine yansıtma hayalleri kurmaya başlamış ve bunun yanı sıra diğer bir takım projeleri de kafasında tasarlamıştı. Mehmet’in serüveni rayına girmişti artık, bu dönem sorunsuz ve güzeldi. Ayrıca hayatının yeni aşkını bulmuş ve yeniden evlenmeyi düşünmeye başladı.

2002 Aralık ayında, 47 yaşında ve görünürde sağlıklı bir Mehmet Tunalı, ilerlemiş kanser teşhisi ile yüzleşti ve 15 ay sonra ise bu dünyadan göçüp gitti. Hastalığı boyunca gösterdiği hırs, cesaret ve pozitif enerji çevresindekileri büyülemişti. Her anını dolu-dolu ve tadını çıkararak yaşadığı bu hayatı bırakıp gitmek zorunda olduğu için yeis içindeydi. Oğluna asil ve zengin bir miras, bizlere tadını hep çıkartabileceğimiz etkileyici ışık, renk ve çizgilerle tüm özcevherlerini sunduğu sanat eserlerini bıraktı.

Eserleri, Mehmet Tunalı’nın son isteği üzerine tüm insanların görmesi için İstanbul’da sergilenecektir.